2021-03-30 16:10:23

SİVRİSİNEK MESELELER

Şener ARSLAN

30 Mart 2021, 16:10

İçeriği boşaltılmış olarak karşımıza çıkarılan “dış güç” kavramına farklı pencerelerden bakarak değerlendirmemiz gereken bir dönemi yaşıyoruz.

Kimileri için Aspirin gibi her problemde öne sürülen, kimileri için hiçbir anlamı olmayan ama benim için dış politikanın bel kemiğini oluşturan bir kavramdır.

Dış güç diye tarif edilen; bir ülkenin gelişmesinde ya da gelişmemesinde etkin rol oynayan başka ülkelerin ya da oluşumşların yaptığı faaliyetleri kapsayan olayların bütünüdür. Temel esas menfaatlerdir. Japonya’nın yükselişinde de Türkiye’nin çöküşünde de aynı kavramla karşılaşıyoruz. “Dış Güç”

Ülkemizde bir dönemi anlatarak bunu detaylandırmak istiyorum.

Tarihler 3 Kasım 1944’ü gösteriyordu. Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Laurence A. STEİNHARDT elçilik binasındaki odasında Washington’a gödereceği raporu hazırlıyordu.

Laurence A. STEİNHARDT sıradan bir büyükelçi değildi. Buna en iyi örnek; Türkiye’nin İngiltere ve Almanya Büyükelçilikleri arasında yaşanan istihbarat savaşı ÇİÇERO DOSYASI Laurence tarafından aydınlatılmıştı. Yaşanan ajan krizi İngiltere lehine sonuçlanmıştı.

Türkiye’de yaşanan her olay Laurence aracılığıyla Washington’a bildiriliyordu. Meşhur “Turancılık” davası ile yapılan yargılamalardan tutunda siyasi analizlere kadar her şey.

Laurence hazırladığı ÇELİK İŞLERİNDE YAŞANAN ZORLUKLAR başlıklı raporda şunları yazıyordu.

“Karabük Demir Çelik Fabrikası’nda 8 Ekim 1944 tarihinde bir işçinin ana gaz borusu üzerinde kaynak çalışması yaptığı sırasında şiddetli bir patlamanın yaşandığı ve bunun sonucunda da fırınlar için gerekli olan gazın yetersiz hale geldiğini öğrenmiş bulunmaktayız. Böylece fabrikada bulunan iki fırından biri büyük oranda işlevsiz kalmıştır. Türkler tarafından fırının tekrar aktif hale getirilebilmesi için yoğun bir şekilde çalışmaların yapıldığını gözlemlemekteyiz ancak bunun başarılıp başarılamayacağı konusu kesin değildir lakin iki fırından birinin durması nedeniyle üretimin büyük oranda azalması ihtimalinin var olduğunu bildirmekten onur duyuyorum. Fırının tekrar tam olarak çalıştırılmaması durumunda ABD ve İngiltere’den çelik üretimi konusunda yardım talep edeceklerini düşünmekteyim… (Central File, 3 Kasım 1944)

Laurence’nin onur duyarak Washington’a bildirdiği üretimi düşen şey neydi?

Cumhuriyeti yeni ilan eden Türkiye, sanayicilik atılımları yapmaya çalışıyordu. Başka çaresi yoktu. Sömürülen bir ülke olmaktan kurtulması gerekiyordu. Askeri güç ve siyasi güç birleştirilirse ortaya güçlü bir ülke çıkacaktı.

Siyasi gücü askeri güç ile perçinlemeyi düşünen Atatürk yakın arkadaşı olan ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın yakın akrabası olan Şakir Zümre’ye askeri malzemeler üretmesi için fabrika kurma talimatı verdi.

1925 yılında fabrika kuruldu. 1937 yılına gelindiğinde uçaktan atılan 100 kg ile 1000 kg aralığında uçak bombaları, el bombaları, eğitim bombaları, denizaltılardan atılan torpidolar, deniz kuvvetlerinin ihtiyacı olan bombalar, gemilerde kullanılan silahlar, top kamarası, kara mayınları, ağır silahlar gibi birçok silahı üreten bir fabrika olmuştu. Şakir Zümre silah fabrikası ihracata başlamıştı. Mısır, Polonya, Bulgaristan gibi ülkelere silah satıyordu. Yunanistan’a tek seferde 1,5 milyon liralık silah ihracatı yapılmıştı. 2000 kişiye yakın çalışanı vardı.

Atatürk zamanı başlayan sanayi hamlesi Atatürk’ün ölümü sonrası hız kesmeden devam etti. Her alanda dışa bağımlılığı azaltmak için fabrikalar kuruluyordu. Dövize karşı değerli olan Türk Lirası ithalatın önünü açsa da, gümrük mevzuatlarında dayatmalarla karşılaşsak da yerli üretimle 1939 yılında yerli motor ve yerli uçak üretmek için çalışmalar başlatıldı. Üretimde kullanılacak malzemelerin yerli olması önemliydi.

Karabük Demir Çelik Fabrikası kurulmuştu. Üretilecek uçaklar için levha ve saclaryapılmalıydı ve Karabük Demir Çelik Fabrikası kritik bir öneme sahipti. Üretim yapıldı. Tonlarca levha, sac, demir çubuk testlerden başarıyla geçip stoğa alınmaya başlanmıştı.

1941 yılında 113 mühendis, 221 teknisyen ve onlarca işçi ile Etimesgut Uçak Fabrikası kuruldu. 1945 yılına gelindiğinde 1000 kişiye yakın personel kadrosuyla, 6-12 kişilik yolcu uçakları, hava ambulans uçakları, eğitim uçakları, 80 Magister uçağı, akrobasi eğitim uçağı gibi yüzlerce uçak üretmiş, Danimarka, İsveç gibi ülkelere uçak satışı dahi yapmış bir fabrikaya dönüşmüştü.

1941 yılında İKDAM gazetesinde köşe yazarlığı yapan İstanbul Milletvekili Abidin DAVER’İN “ Kıracağız, düşeceğiz, fakat yüzde yüz Türk teyyaresi ile uçacağız” diyerek kurduğu hayal gerçek olmuştu.

Kayseri Uçak Fabrikası, Nuri Demirağ Uçak Fabrikası, Gazi Uçak ve Motor Fabrikası gibi fabrikalarda ayrıca çalışan fabrikalardı. Yerli motor üretimi başlamıştı. 130, 140 Hp gücünde motorlar üretilmeye başlanmıştı. Jet motoru üretmek için İngiltere ve Amerika ile teknolojik iş birliği arayışları başlamıştı.

Uçak üretiminde önemli olan “Rüzgâr Tüneli Tesisi”ne ihtiyaç vardı. İsviçre ile 440.000 İsviçre Frangı değerince demir ve bakır karşılığında Rüzgâr Tüneli tesisi kurulması anlaşması yapıldı ve 1945 yılında fabrika kuruldu. Para verilmedi. Demir ve bakır ihraç edildi.

Silah, cephane, uçak yapımının yanısıra 1950 yılına kadar %70 yerli üretim olan 22 modern 3 normal gemi yapılmıştı.

Her şey süper güç olma yolunda ilerleyen bir Türkiye’yi gösteriyordu. Hatta Amerika’nın Marshall Yardımları adı altında Avrupa ülkelerine yapacağı yardımdan istemek için müracaat ettiğimizde “Türkiye’nin durumu 15 Avrupa ülkesinden çok daha iyi durumdadır”denilerek yardım talebi geri çevrilmişti.

Laurence’nin Washington’a yazdığı mektupta, onur duyarak haber verdiği o iş kazası ve üretim azalması, tüm bu çalışmaların lokomotifi olan Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın üretim seviyesinde yaşanan problemdi. Onur duyarak bahsettiği buydu.Onlar için memnuniyet verici bu olay 3 Kasım 1944 de bizim için elem bir kazaydı. Onlar sevinmişti lakin biz üzüldük.

SONRA NE OLDU?

Şakir Zümre silah fabrikası kapandı. Şakir Zümre soba fabrikası oldu. Uçak fabrikaları kapandı. Kapandığı 1950 yılında THK 16 isimli jet motorlu uçak projesi, bu gün ABD hava kuvvetlerinde uçan B2 modeli uçağın ta kendisi. THK 13 isimli proje gibi projeler ve ihraç için alınan siparişler iptal edilmişti. Diğer uçak fabrikaları kapandı, motor fabrikası kapandı, traktör fabrikası oldu. Rüzgar Tüneli Tesisi Tübitak’a verildi.

Bu gün Amerika ile yaşadığımız F35 – S 400 krizi düşünüldüğünde keşke Şakir Zümre silah fabrikası, Etimesgut Uçak Fabrikası açık olsaydı diyoruz. Bu gün %70 yerli imkânlar ile gemi üretiyoruz diye sevinmez %100 yerli ve milli üretim olan gemiler, uçaklar, helikopterler, hava savunma sistemleri, balistik füzeler satıyor olurduk.

Yeni yaşadığımız yerli otomobil sevincimiz olmazdı çünkü 1961 de ürettiğimiz yerli otomobillerimizi ihraç ediyor olurduk.

NASIL OLDU?

Nasıl oldu sorusunun cevabında içi boşaltılmış olan “dış güç” kavramı karşımıza çıkıyor. Nasıl oldu sorusunun cevabını yazarken sinirlerimi zorlayacağım. Okurken içi boşaltılmış bir kavrama yeniden anlam yüklemesi yapacağınızı umut ediyorum.

2. Dünya savaşı sonrası yorgun, yıkık, bitkin ülkelerin arasında belli ekonomik sorunlar yaşıyor olmasına rağmen Türkiye birçok ülkeye göre mükemmel durumdaydı. Tarımdaki üretim gücü, sanayi alanındaki üretim gücü, silah sanayisinde geldiği ve geleceği noktalar, bölgedeki fırsatlar değerlendirildiğinde iyi durumdaydı.

Amerika; Avrupa ülkelerinin yaralarını sarmak, kominizm tehditinden bu ülkeleri ve kendini korumak adına (perde arkasındaki amaç Avrupa’nın Rusya’ya yem olmaması) MARSHALL YARDIMLARI adı altında bir proje geliştirdi. Bu proje kapsamında Avrupa ülkelerine ekonomik ve silah desteği verecekti. Bu projeden nasiplenmek için Türkiye kapı çaldı. Avrupa ülkelerinin durumlarına göre Türkiye’nin durumu çok iyi denilerek kapı kapatıldı.

Basın mevcut hükümeti yerden yere vurdu. Amerika’dan bu yardımların alınması gerektiğini, bu yardımlar sonrası Avrupa çok iyi seviyeye gelirken bizim geride kalacağımızı, diplomatik ilişkilerde hükümetin başarısız olduğu manşetler her gün gazetelerde boy boy yer alıyordu..

Proje sahipleri Marshall yardımları paketi için 15 milyar dolarlık bir bütçe belirlemişlerdi. Bu bütçeden yararlanmak isteyen Avrupa ülkeleri için temel şartlar öne sürüyordu. Hibe edilen para haricinde kredi olarak verilen paranın 15 yıl ödemesi olmayacaktı. 15 yıldan sonra ilk önce faiz ödemesi başlayacaktı. 45 yıl vadeli olarak verilen kredi Amerika’ya bu şekilde geri ödenecekti.

Bu kadar güzel krediyi almak için belli şartlar vardı. Öncelikle belirlenen 15 ülke kendi arasında ticaret yapacaktı. Dışarıdan her hangi bir ihtiyaçları varsada öncelikle Amerika’dan alınacaktı. Amerika silah desteği verecekti. En önemli şart ise verilen hibe ve kredinin harcaması, kullanılması Amerika’nın kontrolünde yapılacaktı.

Türkiye bu yardımlardan almak için tekrar kapı çaldı. Kapı çalmak bir kenara kapıları yumrukladı. O dönem cari açığımız yoktu. Kendi ayağımızla tuzağa gittik. Amerika yardım listesine Türkiye’yi aldı. Verdiği bütün yardım 220 milyon dolar oldu. IMF ye üye olduk. İlk borçlanmamızı yaptık. Önce 62 milyon dolar hibe 35 yıl vadeli 72 milyon dolar aldık.

ABD Avrupa ülkelerine yaptığı şekilde 2. Dünya savaşında kullanılmış silahları Türkiye’ye sattı. Verdiği krediler, hibeler ile bize silah sattı ve verdiği paraları geri aldı. Uçaklar, gemiler ve cephaneler sattı.

Uçak fabrikalarımız, silah fabrikalarımız, motor fabrikalarımız o dönem kapandı işte. Çünkü üretimi satacağı kurumların ihtiyaçları ABD tarafından karşılanıyor, dışarıya da ürün satamıyorlardı. Amerika önünü kapatmıştı. Amerika bunu bilerek, isteyerek ve planlayarak yapmıştı.

Aldığımız uçakların, gemilerin, silahların, traktörlerin yıllık bakım ve yedek parça ihtiyacı 145 milyon dolar çıktı. Prince giderken bulgurdan olmamıştık. Ne var ne yoksa hepsinden olmuştuk.

Traktör alan çifçi aldığı traktörün masrafını karşılayamıyordu. Üretimi kafasına görede yapamıyordu. Zeytinyağı kanser yapar propagandası yapılmıştı. Zeytin tüccarı bitme noktasına gelmişti. Çünkü Amerikan ve İngiliz margarini ithal ediyorduk. Tekstil sanayimiz felç olma noktasına gelmişti çünkü Amerikan bezi modası başlamıştı. “Zeytinyağlı yiyemem aman, basmada fistan giyemem aman” türküsü o dönem dillerdeydi ama beyinlere subliminal mesajlar veriyordu. Zeytinyağı yeme, Amerikan bezi kullan…

O günden sonra hiç cari açığımız kapanmadı. Ağır sanayide aynı ivmeyi hiç yakalayamadık. Düşerken tutunduğumuz her dal elimizde kaldı ve hep borçlu bir ülke olduk. Borçlu bir ülke olarak iç siyasetimizi, maliye politikamızı, ceza hukukumuzu, sanayi stratejimizi yıllarca onların yönetmesine izin verdik. İstedikleri adamları, istedikleri yerlere getirebiliyorlardı. Bizim bizi yönetmemize izin vermiyorlardı. Fethullah Gülen sümüklüsü de o dönem atılmış tohumlardan biriydi mesela. Parlatıldığı konu neydi? Komünizmle mücadele eden adam. Yıllarca devletin içine istediği gibi sızmasının perde arkasında, borçlarımızdan dolayı kafa kol yapmış ülkelerin emirleri gizliydi.

Dış güçler değildi bu hale getirenler. İç güçlerin iş bilmezliği bizi tüketmişti. Peki, dış güçler işin neresindeydi? Biz “biz” olamadığımız için onlar bizi istedikleri gibi evirip çevirebiliyorlardı. Biz sağcı, solcu, Kürt, Türk, Alevi, Sünni olabiliyor, bunlar için adam öldürebiliyorduk lakin biz olamıyorduk. Herkes halk için mücadele ediyor, uğruna mücadele ettiği halkı öldürüyordu. Kimse “siz ne yaptığınızın farkında mısınız?” diye sormuyordu.

Dış güçler o yardım paketini hazırlayanlardı. Amaçları kendi ülkelerinin menfaatlerini korumaktı. Her ülkenin asli görevi kendi ülkelerinin menfaatlerini korumaktır. Bu amaçla faaliyet gösterirler. Türkiye kendi menfaatlerini koruyamadığı için o dönem elini kaptırdı. Elini kurtarmak isterken dahada zayıfladı ve kolunu kaptırdı. Kolunu kurtarmaya çalışırken artık esir olma noktasına geldi.

Dış güçler hep vardır ve hep var olacaktır. Dış güç dediğimiz güçlü olanın ta kendisidir. Rusya’dır, Çin’dir, Amerika’dır, İngiltere’dir. Bizim için bizden daha güçlü olan her ülke dışarıda bir güçtür. Ondan daha güçlü olana kadar DIŞ GÜÇ bizden güçlü olandır.

Sizden zayıf olan bir ülkenin sizden daha güçlü olmasını asla istemezsiniz. Bunu engellemek için elinizden geleni yaparsınız. Amerika’nın Çin’in önünü kesmek için yaptığı çalışmalara bakın. Venezuella ve İran, Çin’in enerji tedarikçisi olduğu için Amerika’dan yumruk üstüne yumruk yiyor. Irak, Suriye, Afganistan, Yemen, Sudan, Mısır, Tunus, Fas, Doğu Türkistan … Dış güçler kendi menfaatleri için her yerdeler.

Bu gün ülkemizin siyaseti hakkında yorum yapanların çoğu Marshall Yardımlarını bilmezler. Bu konuyu her hangi bir parti, lider ismi vererek dile getirmedim. Çünkü mesele her hangi bir ismi çarmıha germek değil. Dünü dünde bıraktık. Yeni söz söyleyeceğiz lakin dünden ilham alarak bu sözü söylememiz gerekiyor.

Yarınları değerlendirmek için yarını bu gün yaşıyor gibi düşünmek zorundayız. Bunu yapabilmek için dünü iyi analiz etmiş olmalıyız.

Libya, Akdeniz, Suriye gibi konuları değerlendirmek için yıllar sonrasını bu gün gibi düşünmeliyiz. Yıllar sonra Amerika, Çin, Rusya, İngiltere dünya konjektüründe nerede olacak bunu analiz edebilmek zorundayız. Bunu analiz etmek için bu ülkelerin dününü bilmek zorundayız.

Her ülkenin milli hedefleri vardır, olmalıdır. Dış güç dediğimiz bizden güçlü olan ülkelerin milli hedefelerini, gelecek planlarını analiz edemiyorsak ülkemizin yarınını analiz edemeyiz.

Bir futbol kulübünün idaresini versen kulübü batıracak olanların ülke siyasetinden dem vurduğu bir ülkede bilinçli bir zümrenin varlığı kurtarıcı niteliktedir. Sivrisinek meselelerle uğraşıp bataklığı ıskalamın anlamı yok. Olmak ya da olmamak… Mesele; sivrisinek değil bataklık.

Olayları değil sistemleri tartışanlardan olmanız temennisiyle esenlikler dilerim.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.